Arama motorlarıyla buraya kazara yolu düşen arkadaşlara cevaplardır.
- Seyredilcek filmler
Walla annem burası vizyondaki filmler listesi ya da sinema kritik sayfası değil. İki üç film adı yazıp birşeyler ekledik diye işin b.kunu çıkarmanın gereği yok. Hem bakalım benim sinema zevkim seninkiyle aynı mı? Belki ben erotik karate seviyorum?
"Seyredilecek", "filim", "FİLM" vs gibi alternatiflerle birlikte 76 kişi sormuş böyle.
-- En iyi filmler nerde seyredilir
Bizim evde seyredilir. Almışım yeni 40 inç lcd, devasa film arşivi desen var (erotik karateler dahil), mutfak iki adım ötende buzdolabı dolu, ev püfür püfür, ayak uzatmak için sehpa da var.
3 kişi sormuş. Ayrılmayın film bitince bi el king atalım.
--Her kadın hayatının bir bölümünü budist olarak yaşar. Çünkü mutlaka bir öküze tapmışlığı vardır
Bu ne yaw? Ne ilgisi var, sen nerden geldin annem? O öküz dediğin belki sadece seninleyken öyledir, belki adam sıkıldı senden, baydın herifi. Suçu biraz da kendinde ara. 3 kere sorulmuş ama 2'si aynı ip.
-- Hocama masaj yaparken
Şimdi niyet fantazi mi yoksa ilk yardım masajı falan mı belli değil. Yorum yapamıcam.
-- Masaj yaparken sevişmeye başlıyorlar
Niyet belli oldu. Yorum yapmayayım, durduk yerde şimdi...
-- Rus eskort
Sadece bir tane eskort kelimesi geçiyor blogda (2 oldu) ama 122 kişi gelmiş. Telefon soran arkadaşlara yardımcı olamıycam ama bir Aksaray'a uğrayın derim.
-- Kızlar çüklerini açsınlar
Hahahayt.. Sen beni güldürdün Allah da seni güldürsün emi. Anatomi çalışılacak annem..
-- Yoksam yatarak mı sevişelim
Google'a bunu yazınca ilk sırada bu blog çıkıyor. Aferim Google :)) Soruyu soran arkadaş, walla sana kalmış; ayakta olur, yatarak olur, üçlü koltukta olur, mutfakta olur, saydırma şimdi bana hepsini.
-- Sibel Kekilli patronuyla sevişiyor
Walla evet var öyle bir filmi, ben izlemedim ama :D
-- Prezervatif nasıl takılır resimli
Hem de resimli olacak öyle mi? Ben sana videosunu göstereyim (heyecan yapmayın!)
Yalnız abi Yakup adında bir Çinli sanırsam :)), zamazingoda siyah. Sen bir zahmet analoji yaparsın artık. Hayırlı işler.
--Krizden etkilenmeyen sektörler sıralı
Hımm..Bak sıralı demeseydin yardımcı olabilirdim ama sıralı diyince şimdi...Bizim işler aynı gibi, patron gene de zam yapmadı ama...
- Kobra Murat
Şimdi bu abi ve saz arkadaşları, ve dahi Kumkapı'nın bütün esmer kızları Flash mı ne öyle bir kanalda hafta sonu göbek atıyorlar. Haberin olsun.
-- Erp almaya karar vermiş firmalar nasıl yapar
Seçtiğiniz erp'ye, danışmanların ve sizin şirketteki insan ve yönetim kalitesine göre babalara da gelmiş olabilirsiniz, iyi de olabilir. Lazım ama...Kağıda yaz dosyala bitti artık birader. Kolay gelsin.
--Erp günlük danışmanlık ücreti ne kadar
Walla 350 - 400 yurodan başlıyor günlüğü. O değil bir de çömezleri gönderiyorlar, daha dün mezun olmuş bebe. Kim kime danışacak belli değil.
--Axapta danışmanı nasıl olunur
Bir adet Axapta alınır, bir adet taze mezunla iycene çırpılır, üzerine pul biberle danışman yazılır, kol böreğiyle (faturasıyla) servis edilir. Afiyet olsun.
-- Angelina Jolie aldatmış
Yanlış biliyorsun, aldatılan o. Yaw şu bakıcının bir resmini de bulamadık be kardeşim. Değmiş mi bari meraktayım.
--Portre fotoğrafı çekerken neye dikkat etmeliyiz?
Arama motorlarına böyle direkt soru soran kişiliklerin hastasıyım. Sanırsın dili olsa muhabbet edecek arama motoru senle. Gerçi var öyle teknolojik çalışmalar, aramayı anahtar kelimeler üzerinden değilde gerçekten sorduğunuz soruyu anlayıp ona göre bir liste getirecek. Falan..
Portresi çekilecek kişiyi vizörün ortasına yerleştir, hafif yana kayabilir vesikalık olmayacaksa, duruma göre üçyüzotuzüç ya da peynir dedirtirken deklanşöre önce yarım bas, netle, sonra tam bas. Işık durumuna göre iso, enstantane ayarına tikkat et gözüm.
--İyi bir gelecek için tecrübelerimizden nasıl faydalanabiliriz
Walla tecrübe falan yetmiyor artık canım kardeşim, şansın da olacak, 2 dil daha bilicen. Çok çalış diycem ama.. Neyse, kasma kendini o kadar, rahat ol.
-- All about mustafa
Evet güzel filmdi ben beğenmiştim.
--gülşen bubikoğlunun filminde söylenen gel gel şarkı
Alla alla, hiç hatırlamıyorum öyle bir şarkı, filmi çıkarsa tikkat edicem bir dahakine.Selamatle..
Evet sevgili ziyaretçi, buraya bu sorularla gelmişsin, ben de elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım. Merak ettiğin başka birşeyler daha varsa, sor, çekinme, elini korkak alıştırma.
Friday, June 26, 2009
Friday, May 22, 2009
Zackariya White'a ve Google'a Sorular
- Cennete girersem eşim de benimle mi gelecek?
- Huriler Rus mu olacak yoksa Türk mü?
- Adet günleri yasak mı serbest mi?
- Hurilerle cilveleşme var mı?
- Prezervatif nasıl takılır?
- Rus eskort telefonları nerden bulunur?
- Gamze Özçelik videosu
- Ali Kırca şamar manyağı
- Ssk prim günü sorgulama
- Sibel Kekilli filmleri
Memleket insanını seviyorum yaw, kim ne derse nesin.
- Huriler Rus mu olacak yoksa Türk mü?
- Adet günleri yasak mı serbest mi?
- Hurilerle cilveleşme var mı?
- Prezervatif nasıl takılır?
- Rus eskort telefonları nerden bulunur?
- Gamze Özçelik videosu
- Ali Kırca şamar manyağı
- Ssk prim günü sorgulama
- Sibel Kekilli filmleri
Memleket insanını seviyorum yaw, kim ne derse nesin.
Tuesday, March 31, 2009
Angelina Jolie'ye de mi yaw...
Yaa duydunuz mu, Brad Pitt Angelina Jolie'yi aldatmış. Bakıcıya masaj yaparken basmış Angie ablam. Ulan güzel kardeşim, üst kısmı safi dudaktan oluşan baygın bakışlı Angelina aldatılır mı? Adama mal mısın demezler mi? Gel gör ki durum bu, bakıcının resmini bulamadım nasıl birşey merak ettim.
Haberi okuduğumun akşamı eve dönerken radyoda da aynı konu biraz farklı işleniyordu (Nihat'la Sivri). Önce "lan Angelina ya da yapılır mı bu" şeklinde mesajlar sonra " e şimdi Angelina boştadır şansımızı denesek mi" gibilerinden geyikler. Milletçek böyle konularda geyik yapmaktan haz duyduğumuz fikrindeyim. Henüz loto çekilmemiş olduğundan bir soru da "50 milyon YTL size çıksa ne yaparsınız?" idi. Kesin istatistik veremiycem ama en az %80'i sadece şu ikisiydi;
- Önce karıyı boşarım!
- Önce herifi boşarım!
Komiğiz vesselam!
Haberi okuduğumun akşamı eve dönerken radyoda da aynı konu biraz farklı işleniyordu (Nihat'la Sivri). Önce "lan Angelina ya da yapılır mı bu" şeklinde mesajlar sonra " e şimdi Angelina boştadır şansımızı denesek mi" gibilerinden geyikler. Milletçek böyle konularda geyik yapmaktan haz duyduğumuz fikrindeyim. Henüz loto çekilmemiş olduğundan bir soru da "50 milyon YTL size çıksa ne yaparsınız?" idi. Kesin istatistik veremiycem ama en az %80'i sadece şu ikisiydi;
- Önce karıyı boşarım!
- Önce herifi boşarım!
Komiğiz vesselam!
Tuesday, March 17, 2009
Krizden etkilenmeyenler !
Arada bir "kal" geliyor bana, ne yazasım geliyor, ne gezesim, ne de birşeyler yapasım. Mevsim + iş kombinasyonu mudur enerjimi çalan yoksam gezegenlerin astrolojik faaliyetleri midir bilmiyorum. Böyle zamanlarda gaz verme oyunu oynuyorum kendi kendime, "olm çok enerjiksin, bugün şunları şunları bitireceksin, şurayı göreceksin, bunu yazacaksın, yap bak sana akşam rakı balık ziyafeti çekicem" falan. Bazen yiyor, bazen yemiyor. Bu yazıyı da yemesi için yazıyorum, kendime çaktırmadan.
Herkes krizle yatıp krizle kalkıyor bu ara, içimiz kararıyor hergün. İşsizlik zaten anormaldi iyice anormalleşti. "Ben nerde olsa ekmeğimi kazanırım, ben işimi bilirim" yüksek özgüvenine sahip bazı tanışlar bile yaklaşımlarını bir parça "kader" ile harmanlamak durumunda kaldı. İyi kötü bir işi olanlar da, mevcut durumun nereye kadar gideceğini bilememekten kaynaklanan bir korkuyla "acaba işsiz kalır mıyım" tedirginliğini yaşıyor.
Hiçbir krizde çok fazla etkilenmediği söylenen sektörler de var, tiryakiler sigaralarını içmeye devam ediyor, alkol tüketimi çok fazla etkilenmiyor hatta artıyor krizde, ilaç el mahkum alınıyor.
Bir de prezervatif satışları artıyormuş :) Gerekçe şöyle; insanlar para harcamamak için alışveriş merkezi gezme, dışarıda yemek yeme falan gibi aktiviteleri azaltıp evde vakit geçirmeye başlıyorlar. Ee şimdi hadi tv falan izledin 1-2 saat, onu bunu yaptın 2-3 saat, eee vakit geçmiyor. "Hadi hanım bir tur sevişelim"'e geliyor olay :)) Sıkıntıdan sevişiyoruz yani ! Walla ben sektörü pek tanımam, tanıdığını söyleyenlerin yalancısıyım.
Prezervatifçilerin reklamlarını ilginç ve komik bulanlardanım. Favorimse "OK". Babalar gününde "Rakiplerimizin ürünlerini kullanan babaların babalar gününü kutlarız" diye tam sayfa ilanları vardı geçen sene. Bir de, gördüğümde hep güldüğüm bir reklam panoları vardı yıllar önce; 1. panoda Beşiktaş formasıyla bir futbolcu rakibine yatarak müdahele ediyor , 2. panoda bir Galatasaraylı futbolcu gene yatarak müdahelede, 3. pano da aynı, futbolcu Fenerbahçeli, hep yatarak müdahele pozisyonları. Son panoda prezervatif resmi, altında "Her takıma uyar" yazısı. İşe gidip gelirkenki gülümseme sebebimdi, sonra kaldırdılar.
Şimdi haber ilginç, mevzu da renkli olunca google'a bir sorayım dedim, arama çubuğuna "prezervatif" yazar yazmaz bir "suggestion list" çıktı, bir tanesi "prezervatif nasıl takılır" şeklinde ! Biliyorsunuzdur belki, bu google'ın öneri listesi kişilerin aramalarına göre belirleniyor. Yani epeyce sayıda bir insan google'a böyle bir soru sormuş olmalı ki listede çıkıyor. Bu soruyu soran arkadaşların bilincine inmeye çalışarak bir düşündüm "acaba bunun bilinemeyecek nesi olabilir" diye. Lakin konu göründüğünden karmaşıkmış! Yazının burasında müstehzi bir ifade oluştuysa yüzünüzde sizi ciddiyete davet ediyorum. Efendim şöyle ki, şimdi yeryüzünde binbir çeşit adam var. Sizin yüzünüze sahip başka biri var mı, yok, bu da öyle işte, binbir çeşit çük var. Şimdi yazının kalitesini düşürmemek için fazlaca sınıflandırma yapmaya gerek yok, ama durum hakikaten ciddi.
Üretiminin ekonomik olabilmesinin gereklerinden biri de standartlaştırmadır. Ürettiklerinizi, proseslerinizi vs ne kadar standarda oturtursanız, ölçek büyüdüğünden, maliyetleriniz düşer. Ehh prezervatifte üretilen birşey olduğuna göre aynı konu burada da geçerli, "standart prezervatif", üretimin ekonomik olması için gerekli, lakin çükler standart değil. Demografik çalışmalar bütün ırkların kendi içlerinde 3 aşağı 5 yukarı aynı ölçülerde olduğunu, fakat ırklar arasında ciddi farklar olduğunu söylüyor. Siyah ırk özellikle sarı ırka fark atıyor, biz Türkler ortada bir yerlerdeyiz. Üretimin ekonomikliği standart prezervatifi zorunlu kılarken pazarlamanın gerekliliği de "çeşit" sunma yönünde. Fakat bu çeşit sunma ürünün boyutlarından ziyade görünümü ve işlevi üzerine. En yaygını farklı renklerde prezervatifler, sarı, kırmızı, yeşil vs. En çok tercih edileni kırmızıymış mesela. Bir de fonksiyon olarak farklılaştırma! var, tırtıklısı var, süper incesi var, sperm öldüreni, geciktireni.
Fakat en temel sorun hala devam ediyor, boyutlar tutmuyor kardeşim! Buna bir de takarkenki sıkıntıyı eklerseniz, ters mi taktım!, geçti, oldu, olmadı, insan sevişmekten soğuyabilir bu yüzden. Yani soruyu soran arkadaşların endişeleri hakikaten gerçekmiş, gülmemek lazımmış.
Herkes krizle yatıp krizle kalkıyor bu ara, içimiz kararıyor hergün. İşsizlik zaten anormaldi iyice anormalleşti. "Ben nerde olsa ekmeğimi kazanırım, ben işimi bilirim" yüksek özgüvenine sahip bazı tanışlar bile yaklaşımlarını bir parça "kader" ile harmanlamak durumunda kaldı. İyi kötü bir işi olanlar da, mevcut durumun nereye kadar gideceğini bilememekten kaynaklanan bir korkuyla "acaba işsiz kalır mıyım" tedirginliğini yaşıyor.
Hiçbir krizde çok fazla etkilenmediği söylenen sektörler de var, tiryakiler sigaralarını içmeye devam ediyor, alkol tüketimi çok fazla etkilenmiyor hatta artıyor krizde, ilaç el mahkum alınıyor.
Bir de prezervatif satışları artıyormuş :) Gerekçe şöyle; insanlar para harcamamak için alışveriş merkezi gezme, dışarıda yemek yeme falan gibi aktiviteleri azaltıp evde vakit geçirmeye başlıyorlar. Ee şimdi hadi tv falan izledin 1-2 saat, onu bunu yaptın 2-3 saat, eee vakit geçmiyor. "Hadi hanım bir tur sevişelim"'e geliyor olay :)) Sıkıntıdan sevişiyoruz yani ! Walla ben sektörü pek tanımam, tanıdığını söyleyenlerin yalancısıyım.
Prezervatifçilerin reklamlarını ilginç ve komik bulanlardanım. Favorimse "OK". Babalar gününde "Rakiplerimizin ürünlerini kullanan babaların babalar gününü kutlarız" diye tam sayfa ilanları vardı geçen sene. Bir de, gördüğümde hep güldüğüm bir reklam panoları vardı yıllar önce; 1. panoda Beşiktaş formasıyla bir futbolcu rakibine yatarak müdahele ediyor , 2. panoda bir Galatasaraylı futbolcu gene yatarak müdahelede, 3. pano da aynı, futbolcu Fenerbahçeli, hep yatarak müdahele pozisyonları. Son panoda prezervatif resmi, altında "Her takıma uyar" yazısı. İşe gidip gelirkenki gülümseme sebebimdi, sonra kaldırdılar.
Şimdi haber ilginç, mevzu da renkli olunca google'a bir sorayım dedim, arama çubuğuna "prezervatif" yazar yazmaz bir "suggestion list" çıktı, bir tanesi "prezervatif nasıl takılır" şeklinde ! Biliyorsunuzdur belki, bu google'ın öneri listesi kişilerin aramalarına göre belirleniyor. Yani epeyce sayıda bir insan google'a böyle bir soru sormuş olmalı ki listede çıkıyor. Bu soruyu soran arkadaşların bilincine inmeye çalışarak bir düşündüm "acaba bunun bilinemeyecek nesi olabilir" diye. Lakin konu göründüğünden karmaşıkmış! Yazının burasında müstehzi bir ifade oluştuysa yüzünüzde sizi ciddiyete davet ediyorum. Efendim şöyle ki, şimdi yeryüzünde binbir çeşit adam var. Sizin yüzünüze sahip başka biri var mı, yok, bu da öyle işte, binbir çeşit çük var. Şimdi yazının kalitesini düşürmemek için fazlaca sınıflandırma yapmaya gerek yok, ama durum hakikaten ciddi.
Üretiminin ekonomik olabilmesinin gereklerinden biri de standartlaştırmadır. Ürettiklerinizi, proseslerinizi vs ne kadar standarda oturtursanız, ölçek büyüdüğünden, maliyetleriniz düşer. Ehh prezervatifte üretilen birşey olduğuna göre aynı konu burada da geçerli, "standart prezervatif", üretimin ekonomik olması için gerekli, lakin çükler standart değil. Demografik çalışmalar bütün ırkların kendi içlerinde 3 aşağı 5 yukarı aynı ölçülerde olduğunu, fakat ırklar arasında ciddi farklar olduğunu söylüyor. Siyah ırk özellikle sarı ırka fark atıyor, biz Türkler ortada bir yerlerdeyiz. Üretimin ekonomikliği standart prezervatifi zorunlu kılarken pazarlamanın gerekliliği de "çeşit" sunma yönünde. Fakat bu çeşit sunma ürünün boyutlarından ziyade görünümü ve işlevi üzerine. En yaygını farklı renklerde prezervatifler, sarı, kırmızı, yeşil vs. En çok tercih edileni kırmızıymış mesela. Bir de fonksiyon olarak farklılaştırma! var, tırtıklısı var, süper incesi var, sperm öldüreni, geciktireni.
Fakat en temel sorun hala devam ediyor, boyutlar tutmuyor kardeşim! Buna bir de takarkenki sıkıntıyı eklerseniz, ters mi taktım!, geçti, oldu, olmadı, insan sevişmekten soğuyabilir bu yüzden. Yani soruyu soran arkadaşların endişeleri hakikaten gerçekmiş, gülmemek lazımmış.
Sunday, November 30, 2008
All About Mustafa...!
Blog'a yazmayalı epey bir olmuş. Yazılacak şey çok olmasına çok da, ister tembellik deyin ister zamansızlık bazen olabilemiyor işte. Neyse, konumuza şeyedelim.
Mustafa, çoğunuz biliyor ve hatta izlemişsinizdir bile belki, Can Dündar'ın yönetmenliğini yaptığı bir Atatürk filmi. Benim bildiğim, sinemalarda gösterilen ilk Atatürk filmi. Film üzerine kıyametler koptu. Doğan gazetelerinde, Turkcell'in filme sponsor olmadığı, gerekçe olarak Turkcell'in hedef kitlesinde "ötekiler"in de olduğu falan gibi değerlendirmeler çıktı. (Turkcell, Dogan gazetelerine hiç reklam vermez bu arada, kapa parantez)
Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil gibi ciddi okur kitlesi olduğu söylenen yazarlar filme de Can Dündar'a da çaktılar. (BC filmi izlemediği halde çakmış ). Çakanların haddi hesabı yok, çakma sebebleri kıytırıktan saçmalığa kadar değişen dozlarda boy boy yazıldı, söylendi.
İçkiciymiş, bilmeyen var mıydı bunu? (Rakıyı leblebiyle içermiş, ekstra bilgi, kapa parantez). "Ordular idare ettim, bir kadını idare edemedim" demiş, normaldir, ikisini karşlaştırmak abes, kadın bu! Sefahat düşkünlüğünden tutunda, karanlıktan korkmasına, falanına filanına kadar bir dünya eleştiri. Kim ne dedi merak eden açsın Google'ı arasın.
Haliyle ben de gittim izledim. Beğendim mi? Hayır ben de beğenmedim. Kötü çekilmiş kötü anlatılmış kötü bir film olmuş, belgeselimsi desek daha doğru. Ama film olarak beğenmedim. Ne anlatacağına nasıl anlatacağına tam karar verememiş gibi. Ben Can Dündar'ın insan olan Atatürk'ü anlatmaya çalıştığını, bunu yaparken araya onun mucizevi başarılarını katmaya çalıştığını ama bunu da anlatmayı beceremediğini düşünüyorum. Bir bakıyorsunuz "Biz iktidarı gökyüzünden yeryüzüne indirdik" gibi iddialı ve doğru olduğunu düşündüğüm bir laf, diğer taraftan yer yer çok aciz bir adam portresi. Tamam ikisini de anlat da bunu biraz mantıklı yap. Filme yedirememiş her iki konuyu da.
Tüm bu kurgunun düzensizliğine ve konu akışının dandikliğine bir de çekim ve tarz olarak zayıflık eklenince ortaya kötü bir film çıkmış. Filmde komik, güzel, düşündürücü olaylar ve sahneler çok, fakat heyhat, anlatım kötü.
Atatürk'ü put haliyle seven sevdiren, aksini kabul bile etmeyen cenahın filme çakmasını gayet normal buluyorum. Filme bu anlayış içinde giden seyircinin filmi beğenmemesi de gayet doğal. Destanlar yazan, yedi düvele meydan okuyan, bir kısrak başı gibi Akdeniz'e uzanan memleketin evlatlarını peşinden sürükleyen muhteşem bir adam portresi beklerken film bitince "bu ne len!" demek gayet normal bir tepki. Ben anlatılmaya çalışılanları sevdim ama anlatım tarzını sevmedim diyeyim. Hatta insan Atatürk'ün bilmediğim detaylarını öğrenmek daha da hoşuma gitti, gözümde daha da büyüttü. İçkici göstermişmiş, "ohh yarasın, iç paşam".
Bu arada yazının başlığı, "All About Mustafa" , "Mustafa Hakkında Herşey" Çağan Irmak'ın bir filmi. Hikaye muhteşem mi ? Değil. Ama güzel anlatılmış bir film. Ben keyifle izlemiştim. Bu kadar dandirik bir konudan adamlar güzel film yapıyorlar, sen bir dünya hikayeden ne çıkartıyorsun, ne diyim sana Can Dündar!
Mustafa, çoğunuz biliyor ve hatta izlemişsinizdir bile belki, Can Dündar'ın yönetmenliğini yaptığı bir Atatürk filmi. Benim bildiğim, sinemalarda gösterilen ilk Atatürk filmi. Film üzerine kıyametler koptu. Doğan gazetelerinde, Turkcell'in filme sponsor olmadığı, gerekçe olarak Turkcell'in hedef kitlesinde "ötekiler"in de olduğu falan gibi değerlendirmeler çıktı. (Turkcell, Dogan gazetelerine hiç reklam vermez bu arada, kapa parantez)
Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil gibi ciddi okur kitlesi olduğu söylenen yazarlar filme de Can Dündar'a da çaktılar. (BC filmi izlemediği halde çakmış ). Çakanların haddi hesabı yok, çakma sebebleri kıytırıktan saçmalığa kadar değişen dozlarda boy boy yazıldı, söylendi.
İçkiciymiş, bilmeyen var mıydı bunu? (Rakıyı leblebiyle içermiş, ekstra bilgi, kapa parantez). "Ordular idare ettim, bir kadını idare edemedim" demiş, normaldir, ikisini karşlaştırmak abes, kadın bu! Sefahat düşkünlüğünden tutunda, karanlıktan korkmasına, falanına filanına kadar bir dünya eleştiri. Kim ne dedi merak eden açsın Google'ı arasın.
Haliyle ben de gittim izledim. Beğendim mi? Hayır ben de beğenmedim. Kötü çekilmiş kötü anlatılmış kötü bir film olmuş, belgeselimsi desek daha doğru. Ama film olarak beğenmedim. Ne anlatacağına nasıl anlatacağına tam karar verememiş gibi. Ben Can Dündar'ın insan olan Atatürk'ü anlatmaya çalıştığını, bunu yaparken araya onun mucizevi başarılarını katmaya çalıştığını ama bunu da anlatmayı beceremediğini düşünüyorum. Bir bakıyorsunuz "Biz iktidarı gökyüzünden yeryüzüne indirdik" gibi iddialı ve doğru olduğunu düşündüğüm bir laf, diğer taraftan yer yer çok aciz bir adam portresi. Tamam ikisini de anlat da bunu biraz mantıklı yap. Filme yedirememiş her iki konuyu da.
Tüm bu kurgunun düzensizliğine ve konu akışının dandikliğine bir de çekim ve tarz olarak zayıflık eklenince ortaya kötü bir film çıkmış. Filmde komik, güzel, düşündürücü olaylar ve sahneler çok, fakat heyhat, anlatım kötü.
Atatürk'ü put haliyle seven sevdiren, aksini kabul bile etmeyen cenahın filme çakmasını gayet normal buluyorum. Filme bu anlayış içinde giden seyircinin filmi beğenmemesi de gayet doğal. Destanlar yazan, yedi düvele meydan okuyan, bir kısrak başı gibi Akdeniz'e uzanan memleketin evlatlarını peşinden sürükleyen muhteşem bir adam portresi beklerken film bitince "bu ne len!" demek gayet normal bir tepki. Ben anlatılmaya çalışılanları sevdim ama anlatım tarzını sevmedim diyeyim. Hatta insan Atatürk'ün bilmediğim detaylarını öğrenmek daha da hoşuma gitti, gözümde daha da büyüttü. İçkici göstermişmiş, "ohh yarasın, iç paşam".
Bu arada yazının başlığı, "All About Mustafa" , "Mustafa Hakkında Herşey" Çağan Irmak'ın bir filmi. Hikaye muhteşem mi ? Değil. Ama güzel anlatılmış bir film. Ben keyifle izlemiştim. Bu kadar dandirik bir konudan adamlar güzel film yapıyorlar, sen bir dünya hikayeden ne çıkartıyorsun, ne diyim sana Can Dündar!
Wednesday, August 20, 2008
Foto dediğin...
Fotograf çekmeyi seviyorum. Sağolsun Adil Hindistan bana 3 yıl önce bir Canon EOS 20D aldıydı, Amerika'dan. Uzun süredir vakit bulupta (az da üşengeçlikten) fotograf çekmedim. Bu siteyi görünce depreştim gene, harika fotograflar. En çok da insan karelerini severdim, bu iyi geldi bana. Fotografçıyı, düzeltiyorum sanatçıyı tebrik etmek lazım, portre dediğin budur işte...
Tuesday, August 19, 2008
..ayranım sana!
Kimi insanlar var doğuştan neşeli, gamsız, kasmayan, yaşadığı anın keyfini tamamen içten gelen bir doğallıkla çıkarabilen... Kimi topluluklar da öyle. Misal romanlar, .ayranım walla. Giyim kuşamlarındaki abartıya, konuşmalarındaki argoya, dolambaçsızlıklarına hastayım !
Adını hatırlayamadım şimdi filmin (ya da dizinin) ama Gülşen Bubikoğlu, Adile Naşit, Münir Özkul , Müjdat Gezen gibi usta oyuncuların oynadığı bir film / filmler vardı. Bir roman mahallesinde olanları komik bir dille anlatıyordu. Hatırlayan hatırlamıştır. Güzeldi.
Geçenlerde de Hürriyet'te bir yazı vardı, Kobra Murat, kızı Sergül'e doğum günü yapmış ! Hazırlıklardaki şatafata, yapılanlara baktım, takdir ettim walla. Yaşayan yaşıyor kardeşim içinden geldiği gibi...
Adını hatırlayamadım şimdi filmin (ya da dizinin) ama Gülşen Bubikoğlu, Adile Naşit, Münir Özkul , Müjdat Gezen gibi usta oyuncuların oynadığı bir film / filmler vardı. Bir roman mahallesinde olanları komik bir dille anlatıyordu. Hatırlayan hatırlamıştır. Güzeldi.
Geçenlerde de Hürriyet'te bir yazı vardı, Kobra Murat, kızı Sergül'e doğum günü yapmış ! Hazırlıklardaki şatafata, yapılanlara baktım, takdir ettim walla. Yaşayan yaşıyor kardeşim içinden geldiği gibi...
ERP, Yönetim danışmanlığı, proce felan...
Şirketteki son 2-3 ayımı (ki zaten işe başlayalı o kadar oldu) hangi ERP yazılımını alsak, hangisi fiyakalı, hangisi allem kalleme daha uygun falan inceleyerek geçirdim. Şu anki çalışma düzeni baya hantal, herşey yazılıp çizilip dosyalanıyor, görev tanımları felan hak getire, kimin ne halt yediğini keşfetmek epey zaman aldı... Birşeyin arkasını kovalamaya kalksan, 50 kişi 50 dosyadan 50 veri kırıntısı getirip yarım yamalak (bazen yamalak bile degil) birşey veriyor ki neyi kovalıyordum ben diyip ipin ucunu hepten kaçırıyorsunuz...Bugüne kadar bu kadar dağınık çalışan bir şirket daha görmedim açıkcası... İnsanlar da sıkılmış bu düzensizlikten ama ellerinden gelebilecekler de sınırlı..
Neysem...Ben de engin ve derin tecrübelerime dayanaraktan "böyle gelmiş ama böyle gitmez" diyerekten vurdum yumruğu masaya...Ne ki ola bu ERP sorusuna fiili maliyetlendirmeden girip finite capacity scheduling'ten son sürat süper süslü bir konuşmayla çıkınca "madem çok biliyosun yap o zaman" şeklinde bir talimat aldım patrondan...(ağzıma s.çayım)
İçlerinde SAP, Axapta gibi ulusarası yazılımların da olduğu 5-6 farklı çözüm ortağı/satıcıdan demolar neyin isteyip bol bol geyik çevirdik. Bu satıcı kısmısıyla şöyle ya da böyle karşılaşmış olanlar anlatacaklarımı zaten tahmin edecektir; bunların yazılım satanları genelde dişi oluyor, genelde laf yaparak satmaya çalışıyor, genelde göz boyamada çok iyiler, bir kibarlar ki sormayın, gaz almaya müsait bir yapınız varsa da fırsatı kesinlikle kaçırmayıp hortumu ağzınıza sokuveriyorlar.
Tabi "ben yemem olm bunnarı" deyip ellerine 350 soruluk finans haricinde her bir konuyla ilgili cins cins şeyler soran bir listeyi verdim. Her bir sorunun cevabının sistemde ne kadar hazır olduğunu değerlendirmelerini istedim, 5 point "sistemde komple her bişeyiyle hazır" demek, 0 point "yok bizde böle bişe" anlamında. Adamlar benden akıllı çıktı, neredeyse her soruya 5 puan verdiler. Bu durumda çareyi, verdiğim listedeki sorulardan kritik olanlarını "demo da sorucam, göstermenizi istiycem ona göre, işkembeden atarsanız rezil ederim" şeklinde revizyona gitmekte buldum. Zaten plan dediğin sürekli revize edilir.
Neysem...Gel demo git demo derken sonuçta aday sayısını ikiye indirdik (üretimde SAP kullananları tebrik ediyor, kullanmayı düşünenlere manyaklığın lüzumu yok demek istiyorum)
(aç parantez
aslında bu konu baya uzun, ama özellikle SAP tarafında danışman firmaya ödeyeceğiniz rakamları, yazılımın nispeten monolitikliğini, harcayacagınız lisans ve geliştirme paralarını düşününce..of of off...aynı paranın yarısına aynı işi daha iyi yapmak mümkün kanaatindeyim.
kapa parantez)
Neysem.. Finale kalanların biri Axapta, diğer yazılımın adını vermiyeyim ama Turkish bir yazılım, bizim ihtiyacımız olan fonksiyonlar açısından değerlendirirseniz de hiç de fena değil. Son teklifler falan, donanım masrafları, lisans ücretleri şuydu buydu derken hazırlığımı tamamlayıp çıktım yönetimin karşısına. O bu kadar bu bu kadar faslından sonra, yönetimin "acaba biz bu işe başlamadan önce bir re-org mu olsak" sorusuyla karşılaştım. Bununla karşılaşacağımı adım gibi biliyordum zaten de, "yaw bu sistemler ister istemez bazı noktalarda bizi hizaya sokacak, şimdi re-org olalım hadi desek bu sefer de nasıl olucaz sorusuna yanıt vermemiz lazım, o da kafadan 1-2 aydan önce bitmez, hadi olduk diyelim, proje devam ederken ve sonra canlı kullanıma geçtiğimizde bazıları öne çıkacak, öne çıksın dediklerimiz geride kalacak, sonra bir daha mı re-org olucaz, ya herru ya merru, ne çıkarsa bahtımıza" şeklinde mühendislik nosyonuna gayet uygun bir konuşma yaptım !..
Yemedi tabi ... Aslında yönetim açısından konuya bakınca onların da gayet haklı argümanları var; kimin ne yaptığı belli değil, kimin neyi ne kadar yapabildiği net değil, insanların yazılım/bilgisayarla arası yok, iş yapış tarzı hantal falan..Listeyi kısa tutuyorum ki okurken sıkılmayın. Aynı işe daha önce iki kez kalkışılmış başarılı olunamamış, paralar çöpe gitmiş felan..(Proje bedeli 2 sene içinde yaklaşık 200K $ kadar bir ödemeyi gerektiriyor bu arada)
Neysem..Sonuçta hem yönetim hem çalışanlar kendi açılarından haklılar...Yönetim haklı çünkü daha önce parasını vermiş olmamış, çalışanlar haklı çünkü şu anki çalışma tarzıyla bir yere varabilmek mümkün değil, bunun da bıkkınlığını gayet belli ediyorlar...Ortalıkta doğru karar almayı sağlayabilecek veri miktarı ve kalitesi düşük olduğundan yönetim her bir şeyi kontrol etme ihtiyacı içinde çünkü neye elini atsa altından dandik bir durum çıkıyor. Çalışanların elinin altındaki araçlar da son derece yetersiz olduğundan (buna bir de yazılım kültürünün yokluğunu eklerseniz) istenilen şeyi derli toplu ortaya çıkartıp sunmakta zorlanıyorlar...
Ben gene vurdum yumruğu masaya "madem öyle düşünüyorsunuz bir an önce adam gibi bir yönetim danışmanı bulup ne yapacaksak yapalım" dedim, "madem çok biliyosun sen bul o zaman" diye bir talimat daha aldım. (ağzıma s.çayım)
Neyse, onu da bulduk ! Bulduk kısmını biraz açayım; tee fi tarihinden tanışıklığımın olduğu üretim, yazılım, planlama falan gibi konular da bazen işbirliği yaptığımız İTÜ Endüstri'den sevdiğim saydığım bir hocamdan yardım istedim. Sağolsun, bize hayatı projelerle, yönetim danışmanlığıyla geçmiş, son derece tecrübeli bir Prof. önerdi. (İsim zikretmemeye dikkat ediyorum dikkat ederseniz :) ) Sayın Prof. hocamın yaşı haricinde, 70 küsur yaşında, bir eksiği yok, lebi derya bir adam. Umarım engin tecrübelerinden faydalanırız, bunu da zamanla görücez zaten.
Lafı nereye getireceğimi lafın burasında unuttum açıkçası, ama şöyle birşey diyecektim herhal; yönetim, yönetmeye yardımcı olacak ortamı sağlamalı (yazılım, donanım, kalifiye eleman, doğru çalışmasında teorik olarak bir problem gözükmeyen sistem vs.) sağlayamazsa günlük icranın içine detaylı girmek zorunda kalır ki yönetiyor olmak fonksiyonuna yeterli zaman ayıramaz. Çalışanlar da, insiyatif alıp "patronun istediği sonuçları" (bu da ayrı bir yazı konusu) yeterli doğrulukta sunabilmeli ki patron günlük şeylere fazla karışmasın, karışırsa da elini attığı her şeyden dandik bir durum çıkmasın. Ehh, epey bir ukalaca oldu ama bu iki konu, tarafların karşılıklı olarak atacağı adımlara bağlı. Tabi "hem patron hem de çalışanlar şirketi büyütmek verimli çalıştırmak için ellerinden geleni fedakarca yapmaya hazırdırlar" şeklinde bir varsayımı by default vardır diye kabul ediyorum...
Şimdi Eylül'ü beklemekteyiz, yeni danışmanımızla fabrikayı tanıştırıp birşeylere girişicez. Du bakali n'olcek ! Merakla bekliyorum...
Neysem...Ben de engin ve derin tecrübelerime dayanaraktan "böyle gelmiş ama böyle gitmez" diyerekten vurdum yumruğu masaya...Ne ki ola bu ERP sorusuna fiili maliyetlendirmeden girip finite capacity scheduling'ten son sürat süper süslü bir konuşmayla çıkınca "madem çok biliyosun yap o zaman" şeklinde bir talimat aldım patrondan...(ağzıma s.çayım)
İçlerinde SAP, Axapta gibi ulusarası yazılımların da olduğu 5-6 farklı çözüm ortağı/satıcıdan demolar neyin isteyip bol bol geyik çevirdik. Bu satıcı kısmısıyla şöyle ya da böyle karşılaşmış olanlar anlatacaklarımı zaten tahmin edecektir; bunların yazılım satanları genelde dişi oluyor, genelde laf yaparak satmaya çalışıyor, genelde göz boyamada çok iyiler, bir kibarlar ki sormayın, gaz almaya müsait bir yapınız varsa da fırsatı kesinlikle kaçırmayıp hortumu ağzınıza sokuveriyorlar.
Tabi "ben yemem olm bunnarı" deyip ellerine 350 soruluk finans haricinde her bir konuyla ilgili cins cins şeyler soran bir listeyi verdim. Her bir sorunun cevabının sistemde ne kadar hazır olduğunu değerlendirmelerini istedim, 5 point "sistemde komple her bişeyiyle hazır" demek, 0 point "yok bizde böle bişe" anlamında. Adamlar benden akıllı çıktı, neredeyse her soruya 5 puan verdiler. Bu durumda çareyi, verdiğim listedeki sorulardan kritik olanlarını "demo da sorucam, göstermenizi istiycem ona göre, işkembeden atarsanız rezil ederim" şeklinde revizyona gitmekte buldum. Zaten plan dediğin sürekli revize edilir.
Neysem...Gel demo git demo derken sonuçta aday sayısını ikiye indirdik (üretimde SAP kullananları tebrik ediyor, kullanmayı düşünenlere manyaklığın lüzumu yok demek istiyorum)
(aç parantez
aslında bu konu baya uzun, ama özellikle SAP tarafında danışman firmaya ödeyeceğiniz rakamları, yazılımın nispeten monolitikliğini, harcayacagınız lisans ve geliştirme paralarını düşününce..of of off...aynı paranın yarısına aynı işi daha iyi yapmak mümkün kanaatindeyim.
kapa parantez)
Neysem.. Finale kalanların biri Axapta, diğer yazılımın adını vermiyeyim ama Turkish bir yazılım, bizim ihtiyacımız olan fonksiyonlar açısından değerlendirirseniz de hiç de fena değil. Son teklifler falan, donanım masrafları, lisans ücretleri şuydu buydu derken hazırlığımı tamamlayıp çıktım yönetimin karşısına. O bu kadar bu bu kadar faslından sonra, yönetimin "acaba biz bu işe başlamadan önce bir re-org mu olsak" sorusuyla karşılaştım. Bununla karşılaşacağımı adım gibi biliyordum zaten de, "yaw bu sistemler ister istemez bazı noktalarda bizi hizaya sokacak, şimdi re-org olalım hadi desek bu sefer de nasıl olucaz sorusuna yanıt vermemiz lazım, o da kafadan 1-2 aydan önce bitmez, hadi olduk diyelim, proje devam ederken ve sonra canlı kullanıma geçtiğimizde bazıları öne çıkacak, öne çıksın dediklerimiz geride kalacak, sonra bir daha mı re-org olucaz, ya herru ya merru, ne çıkarsa bahtımıza" şeklinde mühendislik nosyonuna gayet uygun bir konuşma yaptım !..
Yemedi tabi ... Aslında yönetim açısından konuya bakınca onların da gayet haklı argümanları var; kimin ne yaptığı belli değil, kimin neyi ne kadar yapabildiği net değil, insanların yazılım/bilgisayarla arası yok, iş yapış tarzı hantal falan..Listeyi kısa tutuyorum ki okurken sıkılmayın. Aynı işe daha önce iki kez kalkışılmış başarılı olunamamış, paralar çöpe gitmiş felan..(Proje bedeli 2 sene içinde yaklaşık 200K $ kadar bir ödemeyi gerektiriyor bu arada)
Neysem..Sonuçta hem yönetim hem çalışanlar kendi açılarından haklılar...Yönetim haklı çünkü daha önce parasını vermiş olmamış, çalışanlar haklı çünkü şu anki çalışma tarzıyla bir yere varabilmek mümkün değil, bunun da bıkkınlığını gayet belli ediyorlar...Ortalıkta doğru karar almayı sağlayabilecek veri miktarı ve kalitesi düşük olduğundan yönetim her bir şeyi kontrol etme ihtiyacı içinde çünkü neye elini atsa altından dandik bir durum çıkıyor. Çalışanların elinin altındaki araçlar da son derece yetersiz olduğundan (buna bir de yazılım kültürünün yokluğunu eklerseniz) istenilen şeyi derli toplu ortaya çıkartıp sunmakta zorlanıyorlar...
Ben gene vurdum yumruğu masaya "madem öyle düşünüyorsunuz bir an önce adam gibi bir yönetim danışmanı bulup ne yapacaksak yapalım" dedim, "madem çok biliyosun sen bul o zaman" diye bir talimat daha aldım. (ağzıma s.çayım)
Neyse, onu da bulduk ! Bulduk kısmını biraz açayım; tee fi tarihinden tanışıklığımın olduğu üretim, yazılım, planlama falan gibi konular da bazen işbirliği yaptığımız İTÜ Endüstri'den sevdiğim saydığım bir hocamdan yardım istedim. Sağolsun, bize hayatı projelerle, yönetim danışmanlığıyla geçmiş, son derece tecrübeli bir Prof. önerdi. (İsim zikretmemeye dikkat ediyorum dikkat ederseniz :) ) Sayın Prof. hocamın yaşı haricinde, 70 küsur yaşında, bir eksiği yok, lebi derya bir adam. Umarım engin tecrübelerinden faydalanırız, bunu da zamanla görücez zaten.
Lafı nereye getireceğimi lafın burasında unuttum açıkçası, ama şöyle birşey diyecektim herhal; yönetim, yönetmeye yardımcı olacak ortamı sağlamalı (yazılım, donanım, kalifiye eleman, doğru çalışmasında teorik olarak bir problem gözükmeyen sistem vs.) sağlayamazsa günlük icranın içine detaylı girmek zorunda kalır ki yönetiyor olmak fonksiyonuna yeterli zaman ayıramaz. Çalışanlar da, insiyatif alıp "patronun istediği sonuçları" (bu da ayrı bir yazı konusu) yeterli doğrulukta sunabilmeli ki patron günlük şeylere fazla karışmasın, karışırsa da elini attığı her şeyden dandik bir durum çıkmasın. Ehh, epey bir ukalaca oldu ama bu iki konu, tarafların karşılıklı olarak atacağı adımlara bağlı. Tabi "hem patron hem de çalışanlar şirketi büyütmek verimli çalıştırmak için ellerinden geleni fedakarca yapmaya hazırdırlar" şeklinde bir varsayımı by default vardır diye kabul ediyorum...
Şimdi Eylül'ü beklemekteyiz, yeni danışmanımızla fabrikayı tanıştırıp birşeylere girişicez. Du bakali n'olcek ! Merakla bekliyorum...
Tuesday, July 1, 2008
Gitmek mi Zor Kalmak mı?
Sanıyorum çok b.ktan bir yazı olacak. Belli çünkü, yorgunum, keyifsizim, huysuzum. Uzun süredir görmediğim ama sevdiğim, eskilerden kalan bir dostumu arkadaşımı kaybettim. Kalbinize bir kazık, boğazınıza bir yumru çakılıp kalıyor öylece.
Sıralı, beklenen ölüm gene bir nebze (lafa bak) kabul edilebiliyor. Babamınki öyleydi mesela, uzun süren tedavi, yavaş yavaş çöküş ve sonuç. Gittiğinde ne düşüneceğimi bilemedim, çektiklerini artık çekmeyeceğini düşünerek rahatlatmaya çalıştım kendimi. Rüyalarımda onu iyi görmek iyi gelmişti bana. Aslında konuşmak istemediğim birşeyi niye yazıyorum bilmiyorum. Hıyarlık...ya da kendi kendimi inzivaya, düşünmeye almanın girizgahı...Bu da bahanesi olacak işte...
Bu yazının ana fikri ne? Ana fikir mana fikir yok işte, hayat bazen b.ktan, bazen güzel. Dert ettiklerimizi hakikaten etmeli mi, ara sıra şöyle bir uzaktan bakmalı. Kızdığımız şeylere, bazen üzdüğümüz sevdiklerimize...Nihayetinde dört kolluya koyuyorlar seni, yallah tahtalı köy...sen sağ ben selamet !
Sıralı, beklenen ölüm gene bir nebze (lafa bak) kabul edilebiliyor. Babamınki öyleydi mesela, uzun süren tedavi, yavaş yavaş çöküş ve sonuç. Gittiğinde ne düşüneceğimi bilemedim, çektiklerini artık çekmeyeceğini düşünerek rahatlatmaya çalıştım kendimi. Rüyalarımda onu iyi görmek iyi gelmişti bana. Aslında konuşmak istemediğim birşeyi niye yazıyorum bilmiyorum. Hıyarlık...ya da kendi kendimi inzivaya, düşünmeye almanın girizgahı...Bu da bahanesi olacak işte...
Bu yazının ana fikri ne? Ana fikir mana fikir yok işte, hayat bazen b.ktan, bazen güzel. Dert ettiklerimizi hakikaten etmeli mi, ara sıra şöyle bir uzaktan bakmalı. Kızdığımız şeylere, bazen üzdüğümüz sevdiklerimize...Nihayetinde dört kolluya koyuyorlar seni, yallah tahtalı köy...sen sağ ben selamet !
Thursday, June 12, 2008
The Man from Earth
Hazır seyredilecek film var mı demişken bir tane daha ekleyeyim dedim. The Man from Earth , harika diyaloglar ve anlatım üzerine kurulu süper bir film. Topu topu bir odada 8-10 kişiyle geçen sürükleyici ve ilginç bir film. Turkiye'de ne ara gosterime girdi hatta girdi mi bilmiyorum.
Binlerce yıldır yaşayan, hiç yaşlanmayıp aynı yaşta kalan, hiç yaşlanmadığı için numarası ortaya çıkmasın diye 10 yılda bir yer değiştiren bir adamın öyküsü. Gene taşınmak üzere hazırlık yaparken arkadaşları veda etmek için gelmeye başlar, ki arkadaşları da mürekkep yalamış entellektuel adamlar...ve hikayesini anlatmaya başlar, önce bir oyun gibi başlar, sonra derinleşir. hikayeyin detaylarını anlatmaya niyetim yok. Ama filmi izlerken adamın anlattığı herşeye "ee o zaman böyle olmaz mı, bu nasıl oldu o zaman, hadi canım sende, himm aslinda mantikli" gibilerinden iç seslerle katıldıgımı gayet iyi hatirliyorum. Hikaye sizi icine cekiyor, bir taraftan diyalogları dinlerken paralelden siz de aynı hikayeyi kendi tarafınızda yasiyorsunuz.
Sıkı CSI takipcileri filmin basrolundeki David Lee Smith'i hatirlayacaklardir. Guzel film, kacirmayin derim.
Binlerce yıldır yaşayan, hiç yaşlanmayıp aynı yaşta kalan, hiç yaşlanmadığı için numarası ortaya çıkmasın diye 10 yılda bir yer değiştiren bir adamın öyküsü. Gene taşınmak üzere hazırlık yaparken arkadaşları veda etmek için gelmeye başlar, ki arkadaşları da mürekkep yalamış entellektuel adamlar...ve hikayesini anlatmaya başlar, önce bir oyun gibi başlar, sonra derinleşir. hikayeyin detaylarını anlatmaya niyetim yok. Ama filmi izlerken adamın anlattığı herşeye "ee o zaman böyle olmaz mı, bu nasıl oldu o zaman, hadi canım sende, himm aslinda mantikli" gibilerinden iç seslerle katıldıgımı gayet iyi hatirliyorum. Hikaye sizi icine cekiyor, bir taraftan diyalogları dinlerken paralelden siz de aynı hikayeyi kendi tarafınızda yasiyorsunuz.
Sıkı CSI takipcileri filmin basrolundeki David Lee Smith'i hatirlayacaklardir. Guzel film, kacirmayin derim.
Wednesday, June 11, 2008
Seyredilecek Film Var Mı?
En son ne zaman "guzelmis" dedigim bir filme gittim ya da izledim hatirlamiyorum. Film manyagi olan ben sıkıldım ara ara iyi film bulamamaktan. Efektlerin b.kunu cikariyorlar artik.
Gecenlerde bir fuar ziyareti icin Almanya'ya gitmistim. Kaldığımız otelle fuar arası biraz uzak olduğu icin trenle gelip gitmistik. Adamların trenleri tabelada ne yazıyorsa o dakikada geliyor, o dakikada variyor gidecegi yere. Çok sıkıcı, Turk'u bozar boyle seyler. Insan "nerde kaldi ulan bu tren" diye bile sinirlenip kufur edemeyecekse yemisim oyle memleketi.
Neyse dagitmayayim: adamlarin tren istasyonlarini gorunce aklima 3-4 ay once izledigim "guzelmis" dedigim bir film geldi; Das Leben der Anderen. Turkiye'de "Baskalarının Hayati" diye gosterildi zannedersem. Güzel bir film, konuyu anlatıpta izlemek isteyenlerin keyfini kaçırmayayım. Aynı filme gecenlerde Serdar Turgut atifta bulunmus, okumak isteyen buyursun, lakin yazıda spoiler var ona gore.
Gecenlerde bir fuar ziyareti icin Almanya'ya gitmistim. Kaldığımız otelle fuar arası biraz uzak olduğu icin trenle gelip gitmistik. Adamların trenleri tabelada ne yazıyorsa o dakikada geliyor, o dakikada variyor gidecegi yere. Çok sıkıcı, Turk'u bozar boyle seyler. Insan "nerde kaldi ulan bu tren" diye bile sinirlenip kufur edemeyecekse yemisim oyle memleketi.
Neyse dagitmayayim: adamlarin tren istasyonlarini gorunce aklima 3-4 ay once izledigim "guzelmis" dedigim bir film geldi; Das Leben der Anderen. Turkiye'de "Baskalarının Hayati" diye gosterildi zannedersem. Güzel bir film, konuyu anlatıpta izlemek isteyenlerin keyfini kaçırmayayım. Aynı filme gecenlerde Serdar Turgut atifta bulunmus, okumak isteyen buyursun, lakin yazıda spoiler var ona gore.
Subscribe to:
Posts (Atom)